Dağ Başını Duman Almış

pope & pagan @xurban_collective *

Dağ gibi bir mesele karşımızda duruyorken dağa ne taraftan bakalım? Yerevan'dan mı, yoksa Doğu Beyazıt'tan mı? Ararat mı, Ağrı mı, yoksa Masis mi? 20 yıllık Nuh konyağından yudumlarken uzun uzun tartıştık dağın hangi taraftan daha güzel göründüğünü, hayvanların ikişer ikişer ne tarafa kaçıştığını. Yerevan'da geçirdiğimiz bir hafta boyunca dilimizin ucuna kadar gelen lafları bir bir yuttuk, üstüne bir kayısı, bir yudum da Kilikya birası; dilimiz peltekleşti, kelimeler havada asılı kaldı, alaya vurduk, içimize attık, sonra da göbek attık, halay çektik. Hrant Dink için de bir kadeh içtik, nur içinde yatsın.

Sadece içmedik, yemek de yedik. Söylemesi ayıp karnı yarık olsun, dolma olsun, efendim ayran olsun, kebap olsun ne kadar da tanıdık geldi. "Ne kadar da aynıyız" derken arada bir dağ olduğunun farkındaydık.

Sadece yemek de yemedik, uzun uzun konuştuk da aynı zamanda. Yerevan Açık Üniversitesi ve Devlet Üniversitesi sanat bölümü öğrencileri ile yaptığımız atölye çalışmasının başlığı "Sanat ve Politika" idi.   xurban_collective   sanat girişiminden pope ve pagan, ve küratör Beral Madra ile bir hafta boyunca sürdürdüğümüz çalışmada sanatın küresel meselelerini, kurumlarını, politikaları ve alternatif sanat pratiklerini konuştuk. İronik olan, "çokluk"tan bahsederken yabancı bir dilin (ingilizce)   bütün ifadeleri sarıp sarmalaması idi. Dağın iki tarafında paylaştığımız bütün kelimeler, deyişler ve yakınlıklar havada uçup gitmeden farkına vardık, kendimize geldik. Milliyetçiliklerin ölümcül söyleminin tartıştığımız sanat pratiklerine ne kadar yabancı, bir o kadar da ters olduğu konusunda sessizce uzlaştık.

Gerçekten de sanat yapıtının varoluş nedenlerinin tamamıyla otonom, bütün siyasi söylemlerden ve iletişimden bağımsız olduğunu varsayıyoruz. Tam da bu yüzden gerçek anlamda politik olabilen sanat, derinlere nüfuz etmeyi, koşulları dönüştürmeyi başarıyor, mevcut duruma (küresel savaş) basitçe bakıyor olmak çok katmanlı bir araştırmaya dönüşebiliyor. Bu yüzden de yakınlığımızı millet veya ümmet ile değil, bu toprakları (geçmişte ve bugün) beraberce paylaştığımız insanlar ve diğer canlılar ile kurabiliyoruz. Her zaman bakışımızı yönlendiren "arkeolojik kazı" fikri, Ağrı'nın doğusundan bakanlar için alaycı görünse de bu topraklarda yaşanan vahşetin tanımını sadece tarihçilere, politikacılara, dincilere ve milliyetçilere bırakmamak gerektiğini düşünüyoruz. Karşımızda dağ gibi duran soykırım münazarasının (inkar ve ısrar) anıtsal bir yapılanma olduğunu, diğer bütün devasa anıtlar gibi külli söylemler ile dile ket vurduğunu ve sözü askıya aldığını görebiliyoruz.

 



Politik sanat, çalışmalarımızın üst başlığını oluşturuken, militer sanat gibi bir kavramla karşılaşacağımızı hiç düşünmemiştik aslında. Dağlık Karabağ'da (Artska) gönüllü savaşan bir gencin sovyet döneminin opera binasından dönüştürülmüş bir askeri karargahta çektiği video buz gibi bir hava estirdi atölyede. Soğukluğun sebebi T.C.'nin Karabağ ile ilgili aldığı taraf veya bu konuda Rusya ile giriştiği bilek güreşi ile ilgili değildi tabi. Aslında aşağı yukarı her gün televizyonda görmeye alıştığımız Amerikan askerlerinin hatıra videolarından farksız gorüntüler, sahibi yanı başımızda asker traşı, boncuk mavi gözleri ile askerde (yani savaşta) çektirdiği hatıra fotoğrafını gösterirken olay bir anda asker hatırasından sanata döndü. Zaten bir süredir bu topraklarda sanatla hayatı ayırd etmenin zorlukları üzerine düşünürdük ve bu video da, workshoplar boyunca üzerinde konuşa durduğumuz sanatın küresel meseleleri, kurumları, politikaları ve alternatif sanat pratikleri vs. gibi konuların üzerinden silindir gibi geçti. Gönüllü savaşan bir askerden sanatçı olurmuydu? Kafkasların cilvesi olsa gerek bu durum, yine sormadık bile bu soruyu zira cevap hazır olacaktı sizde politikacı oluyor da neden biz de sanatçı olmasın.

Vernisage açık pazar...

Pazar gününe müze gezmek ve alışveriş kalmıştı. Alışveriş için gittiğimiz açık pazar Vernisage zaten yakın dönem tarihini anlatan aynı zamanda çeşitli artistik yükümlülüklerini de yerine getiren eserlerin sergilendği bir müze niteliğinde. Vernisage'dan satın aldığımız bebek Lenin, SSCB Veteran pinlerimiz yakamızda Ulusal Tarih müzesinde hem Türk hem komünist yaftasıyla gezdik. Çifte lanetli olmak da bu coğrafyada kolay yakalanan tadlardan biridir aslen çok da yabancısı sayılmazdık. Hem kürt hem alevi olmak, hem ermeni hem komünist olmak, hem eşcinsel hem işsiz olmak hep buralarda görmeye alışık olduğumuz belalardan. Biz de birgün olsun tadını çıkarttık çifte lanetli olmanın. Oysa Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezerken ne kadar da o mirasın sahibi muamelesi görürdük, cumhuriyetin parlak nesli, üniversite mezunu aydınları, sanatçıları Yerevan'da bir anda çifte lanetli, başı önde gezer bulduk kendimizi. Oysa baktığımız kil kap-kacak, bakır gereçler, adı üzerinde işte anadolu medeniyetini anlatıyorlar, geyik figürlerinin yerini biraz küçuk başlar almış o kadar.

Paradjanov, 301 yazan kilise nakışlı mendil

Paradjanov'un imgeleri zihnimizde gittigimiz Yerevan'da torunları şaşırtmadı bizleri. Elleriyle, taşla, toprakla yapamayacakları bir şey olmadığını anladık şöyle bir atölyelerine göz atınca. Elleriyle her maddeye şekil verebilen insanların topraklarından çeşitli anayasal maddelerle kafaları şekillendirmeyi kendine sanat
 





edinmiş doğu komşularına bakmak zaman zaman hüzünlendirdi ama bunu da dışavurmadık şakaya vurduk yine.

Zaten şaka gibiydi Ermeni kilisesinin tesis yılı olan 301 rakamının havaalanının girişindeki billboardlardan, üzerinde ermeni kilisesi resmi olan hediyelik peçetelere kadar birçok yere nakşedilmiş olması. Sanıyoruz bu gazete sayfalarında bu sayıyı yazacak bir satıra daha yer yok.

Sınır meselesi

xurban ekibi olarak en büyük keyiflerimizden biri arabaya atlayıp sınır boyu yol almak. Maksat bir delik, bir gedik bulmak. Askerin boş bıraktığı gediklerden biz sızmak istiyoruz ya da en azından sızanı göstermek. Yerevan'dan Geghard'a doğru giderken yolun sağ tarafında bizi takip eden başı dumanlı dağ, önünden akıp giden sınır boyundan sızanlara 2003 yılında da değinmişti xurban (xurban.net/scope/containment/cover.html). 2007 yılından dağların öbür tarafından bakınca da manzara yine aynı aslında. Cuma akşamı “Norma” izleme şansını 40-50 km. batıda kalarak kaçıran Iğdırlılar aslında Ankara Devlet Opera ve Balesinin de cuma akşamı programından habersizler. Memlekette operasıyla, balesiyle, ordusuyla, anayasa mahkemesiyle, para politikası ile birey üzerindeki tahakkümünü sürdürmeyi şiar edinmiş devletimiz askerden başka bir şey götüremediği bu topraklara en azından serbest sınır ticareti hakkı götürmek zorunda artık.

Bu seçimlerde aday degiliz   ama olura oy vermek isterseniz belirtelim, işte bizim seçim vaadimiz: “O sınır açılacak!” Kars'a, Erivan'a,   Iğdır'a Karabağ'a selam olsun.

Ulus Baker

Bitirmeden değinelim, Rusça konuşan en yakın dostumuz, Ulus Baker'i geçtiğimiz hafta kaybettik. En son hastanede söz verdi, Ermenistanda gelen öğrencilere tercümanlık yapacaktı. Hayatta olsaydı yukarıda yazdıklarımıza o da gülerdi. Toprağı bol olsun...

* Ilk olarak 10 agustos 2007 Agos Gazetesinin 593 no.lu sayısında yayinlamistir